Koronavirüs, diğer ismiyle COVID-19, ilk olarak Aralık 2019'da Çin Halk Cumhuriyeti'nin Wuhan kentinde tespit edilmiş ve hızla birçok bölgeye yayılarak insan sağlığını tehdit eden dünya çapında bir salgın hastalığa neden olmuştur. Kesin veriler ile tedavisi bulunmayan virüsün, birçok ülkede hayati gereklilik arz edenler dışındaki tüm faaliyetlerin durdurulması, kültür, sanat, spor ve benzeri tüm etkinliklerin askıya alınması ve nüfusun evden dışarı çıkmamasının tavsiye edilmesi yahut sokağa çıkma yasağı uygulanması gibi tedbirler ile yayılma hızı engellemeye çalışılmaktadır.

Ülkeler bazında alınan önlemler tüm gündelik yaşamı etkilemek ile birlikte ticari hayatın akışına da tesir ederek sözleşmelerin fiilen askıya alınmasına sebebiyet vermektedir. Fiiliyatta mevcut olan bu durumun, hukuki açıdan değerlendirilmesinin ne olacağı ticari aktörlerin tümü bakımından önem arz etmektedir.

genel olarak Türk Hukuku kapsamında sözleşmelerin ifasının ne yönde evrilebileceği yönündeki öngörülere yer verilecektir.

  1. Mücbir Sebep Kavramı
     

Doktrinde mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olay olarak tanımlanmaktadır1. Buna göre, deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 27.06.2018 tarihli, 2017/11-90 E. ve 2018/1259 K. sayılı kararında mücbir sebebe ilişkin olarak; "Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır. Yukarıdaki açıklamadan da anlaşılacağı gibi mücbir sebebin bir takım unsurları vardır. Öncelikle mücbir sebep, zorlayıcı bir olaydır. Bu olay doğal, sosyal veya hukuki bir olay olabileceği gibi insana bağlı beşeri bir olay da olabilir. Bu olay, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmalıdır." şeklinde değerlendirme yapılmıştır.

Hukuki bir durum olarak mücbir sebep, borcu sona erdiren ifa imkânsızlığına sebebiyet veren bir husus olarak karşımıza çıkabilmektedir. Nitekim mücbir sebep olarak kabul edilen hallerden birinin ortaya çıkması halinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ("TBK") 136. ve 137. maddelerinde yer verilen "ifa imkânsızlığı" gündeme gelebilecek yahut aşağıda izah edilecek olan 138. maddede düzenlenen "aşırı ifa güçlüğü" kurumu uygulama alanı bulabilecektir.

"pandemi" olarak ilan edilmiş olup, bu husus gerek yurtiçi gerekse yurtdışında koronavirüsün salgın hastalık olarak kabulünü teyit etmektedir.

Bilindiği üzere taraflar arasındaki ilişkiyi belirleyen esas unsuru, akdedilen sözleşmeler oluşturmaktadır. Uygulamada, imzalanan sözleşmelerin genelinde sözleşmenin ifasını engelleyebilecek "mücbir sebeplere" dair hükümlere yer verildiği görülmektedir. Söz konusu hükümlerde genellikle; "doğal afetler, salgınlar, deprem, kanuni grev, kısmi veya genel seferberlik veya tarafların kontrolünün dışında gerçekleşebilecek diğer sebepler" şeklindeki ibareler ile mücbir sebep teşkil edebilecek olayların düzenlendiği görülmektedir.

Ancak tarafların sözleşmelerinde mücbir sebep hallerini tahdidi (sınırlı) olarak belirlemeleri mümkündür. Bu durumda tahdidi olarak sayılan hallerin dışında, mücbir sebebin etkilerinden yararlanamayacaktır2. Taraflar arasındaki sözleşmede borçlunun hangi mücbir sebep hallerinden sorumlu olacağı özellikle belirlenebileceği gibi, borçlunun mücbir sebep hallerinde sorumluluğu bulunmayacağının düzenlenmesi de mümkündür. Bu nedenle, her sözleşmenin mücbir sebebe ilişkin maddelerinin kendi içerisinde diğer hükümler ile incelenerek yorumda bulunulması daha doğru olacaktır.

Örneğin, COVID-19 meselesinde olduğu gibi, salgın hastalığın, o sözleşme özelinde mücbir sebep teşkil etmesi3 ve sözleşmenin ifasını kısmi ya da tamamen imkânsız hale getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sözleşme uyarınca mücbir sebebin oluştuğunun ve ifa imkânsızlığı doğurduğunun kabulü mümkün olmayabilecektir.

Bu nedenle aşağıda sözleşme özelinde salgın hastalığın mücbir sebep olarak sayılmasının açıkça yasaklanmadığı haller için imkânsızlık hallerini inceleyeceğiz. 

A) Sürekli İfa İmkânsızlığı

Bu doğrultuda, incelenmesi gereken ilk hal, borcun ifasının "sürekli olarak imkânsızlaşması" halidir. Bu hal TBK'nın 136. maddesinde düzenlenmiş olup, buna göre borçlunun, doğrudan doğruya neden olmadığı, dış kökenli ve kaçınılmaz sonuçlar getiren bir durumun, borcun ifasını imkânsız hale getirmesi ile borç sona ermektedir. Mücbir sebebin sürekli imkânsızlığa sebep olup olmadığının tespitinde ise mücbir sebebin ortaya çıktığı an esas alınmaktadır.

Bu durumda, COVID-19 gibi salgın hastalıkların olduğu dönemlerde bu sebebin, sözleşmelerin konusunu tamamen imkânsız hale getirip getirmediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Şüphesiz ki her sözleşme tipi bakımından koronavirüsünün borcun ifasını sürekli olarak imkânsızlaştığından bahsedilemez. Örneğin kira sözleşmesi gibi sürekli edim gerektiren hallerde salgın hastalığın sürekli değil, geçici olarak ifa imkânsızlığı yaratabileceği söylenebileceğinden, TBK'nın 136. maddesinin uygulanmayacağından bahsetmek mümkündür.  Ancak konusunu salgın hastalıktan etkilenebilecek ürünlerin teşkil ettiği tedarik sözleşmeleri gibi sözleşmelerde; koronavirüsünün mücbir sebebin oluştuğu anda, sürekli imkânsızlık yaratacağı ve bu nedenle borcun sona erebileceği söylenebilecektir.

Somut durumun özelliklerine göre, ifanın sürekli olarak imkânsızlaştığından ve borçlunun borçtan kurtulduğundan bahsedebiliyorsak, bu kez borçlu, karşı taraftan aldığı edimleri sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde geri vermek ile yükümlü olacak ve henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybedecektir.  Ayrıca borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almaz ise, bundan doğan zararları da gidermekle yükümlü olacaktır. Bu nedenle borçlunun ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya bildirmesi ve zararın artmasını önleyici tedbirleri alması gerekmektedir4.

B) Geçici İfa İmkânsızlığı

Mücbir sebep sonucu, borçlu edimini bir süreliğine yerine getiremiyorsa, diğer bir ifade ile mücbir sebep ile ifanın önündeki engelin kalkması halinde borç yerine getirilebiliyorsa burada artık "geçici ifa imkânsızlığından" bahsedilmektedir. Geçici ifa imkânsızlığı, TBK'da düzenlenmemiştir.

Doktrinde, geçici imkânsızlık sonucu borcunu ifa edemeyen borçlunun, kural olarak temerrüde düştüğü kabul edilmektedir. Ancak geçici imkânsızlık nedeniyle borçlu temerrüde düştüğünde alacaklının aynen ifa talebi, geçici imkânsızlık sona erene kadar ertelenmektedir. Yani burada bir aynen ifanın ertelenmesi durumu söz konusu olmaktadır. Bu durumda borçlu mücbir sebepten sorumlu olmadığı için kusursuz temerrüde düşmüş olur.  Mücbir sebebin geçici olması sonucu borçlu kusursuz mütemerrit olduğu için aynen ifa talebi ertelenen alacaklı, imkânsızlık sona erdikten sonra aynen ifa ile birlikte gecikme tazminatı isteyememektedir. Ayrıca bu durumda borçlu, beklenmeyen hal sonucu ortaya çıkan zararlardan da sorumlu tutulmamaktadır.

Bu noktada önemle belirtmek isteriz ki, para borçlarının imkânsızlaştığı kural olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenle para borçlarının geçici veya sürekli olarak imkânsızlaştığından bahsetmek mümkün değildir.

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler bakımından geçici imkânsızlık durumunun ortaya çıkması halinde ise doktrinde iki farklı görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre5karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler bakımında geçici imkânsızlık durumunun ortaya çıkması halinde borç ilişkisi askıdadır. Bu sebeple, geçici imkânsızlık devam ettiği müddetçe alacaklı seçimlik haklarını kullanamamaktadır.

Diğer görüşe göre ise6 geçici imkânsızlık nedeniyle kusursuz temerrüde düşen borçlunun sadece aynen ifa yükümlülüğünün ertelendiği kabul edilmektedir. Buna karşılık, alacaklı diğer seçimlik haklarını imkânsızlığın ortadan kalkmasını beklemeden kullanmak isterse borçlunun temerrüde düşmekte kusuru olmadığı için aynen ifadan vazgeçip müspet zararının tazminini talep edemez. Sözleşmeden dönme için ise, borçlunun kusuru aranmadığından alacaklının aynen ifadan vazgeçip sözleşmeden dönebileceği; ancak menfi zararını talep edemeyeceği düşünülmektedir.  Bu görüş kapsamında alacaklının sözleşmeden dönme hakkını kullanmasının mümkün olduğu kabul edilmek ile birlikte alacaklının sözleşmeden dönme hakkını dürüstlük kuralına uygun kullanması beklenmektedir7.  Geçici imkânsızlık durumunda alacaklının sözleşmeden dönme hakkını kullanırken Yargıtay tarafından "akde tahammül süresi" adı altında bir süre öngörülmektedir. Yani alacaklı ancak akde tahammül süresi geçtikten sonra sözleşmeden dönebilmektedir.

Bu hususa ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.04.2010 tarihli 2010/15-193 E. ve 2010/235 K. sayılı kararında; "İfa imkânsızlığı borcu sona erdiren nedenlerdendir. Gerçekten TBK. 117/1. maddesine göre "borçluya isnat olunamayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa borç sakıt olur." İfa imkânsızlığı ortaya çıkış nedenlerine göre bazı ayırımlara tabi tutulmaktadır. Bu ayırımlardan birisi de objektif imkânsızlık (daimi imkânsızlık)-geçici imkânsızlık ayırımıdır. Şayet ifa imkânsızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil, herkes için söz konusu ise buna objektif imkânsızlık denilmektedir. Objektif imkânsızlıkta sözleşme esasen BK. md.20 uyarınca butlanla batıldır (geçersizdir) ve ayrıca feshi gerekmez. Hâlbuki geçici imkânsızlıkta akdin ifası (icrasının istenmesi) bir hadisenin gerçekleşmesine bağlıdır. Ancak o hadise tahakkuk ederse akdin icrası istenebilir. (...) Şüphesiz geçici imkânsızlığın varlığı, beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu getirir. Bu konudaki kural "ahde vefa=söze sadakat" ilkesi gereği tarafların sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici imkânsızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine "akde tahammül süresi" denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir" denilerek, her somut olay bazında akde tahammül süresinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin incelenmesi gerekliliği ortaya konulmuştur.

Anılan Yargıtay kararı kapsamında karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler bakımından alacaklı tarafından geçici imkânsızlık nedeniyle sözleşmeden dönülmesinin mümkün olduğunun, ancak dürüstlük kuralı kapsamında akde tahammül süresinin beklenmesi gerektiğinin söylenmesi mümkündür.
 

C) Kısmi İfa İmkânsızlığı
 

TBK'nın 137. maddesinde, 136. maddeden farklı olarak "kısmı ifa imkânsızlığı" düzenlenmektedir. Söz konusu madde uyarınca borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlunun, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulacağı düzenlenmiştir. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamının sona erdiği kabul edilmektedir. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanmaktadır.  

Özetle, sözleşmenin ifasını kısmen imkânsız hale getirmesi halinde, borcun yalnızca imkansızlaşan kısmı bakımından borcun sona ereceği kabul edilmektedir.

Edimin kısmen ifa edilebilir olması için edimin hukuken bölünebilir olması gerekmektedir. Burada bölünen edimlerden imkânsızlaşan edimin olması halinde borçlunun bu edimden kurtulduğundan bahsetmek mümkündür. Edimin maddi olarak bölünebildiği diğer hal, sözleşme ile birden fazla edimin taahhüt edilmiş olmasıdır. Taraflar arasındaki anlaşmadan veya sözleşmenin amacından aksi anlaşılmadıkça birden fazla edimden birinin ifasının imkânsızlaşması diğer edimlerin yerine getirilmesini engellememektedir8.

Koronavirüs nedeniyle bir sözleşmenin kısmen imkânsızlaştığından bahsedilebiliyor ise, o halde borçlunun borcunun imkânsızlaşan kısmından kurtulduğundan da bahsetmek mümkündür.
 

  1. Aşırı İfa Güçlüğü
     

Sözleşmelerin uyarlanması kavramı, sözleşmelerin akdedilmesinden sonra ortaya çıkan ve sözleşmenin kararlaştırıldığı şekliyle uygulanmasını engelleyen fiili ya da hukuki bir imkânsızlık doğuran sebeplerle sözleşmenin yeni koşullarla düzenlenmesi anlamına gelmektedir.
 

Bazı durumlarda sözleşmelerde, sözleşmelerin hangi koşullarda yeniden uyarlanacağına ilişkin hükümler bulunmaktadır. COVID-19 gibi salgın hastalık olarak kabul edilen durumların, sözleşmenin uyarlanması bakımından mücbir sebep olarak sayıldığı sözleşmelerde tarafların bu yöndeki iradelerinin incelenmesi, bu yönde müzakerelerin gerçekleştirilerek sözleşmenin ifasını mümkün kılacak düzenlemelerin yapılabilmesi uygun gözükmektedir. Ancak taraflar arasındaki sözleşmede uyarlamaya ilişkin bir hüküm bulunmuyorsa ve taraflar arasında sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması konusunda müzakereler sonuç vermiyorsa bu durumda TBK'nın aşırı ifa güçlüğü başlıklı 138. maddesinin incelenmesi gerekecektir.
 

TBK'nın 138. maddesinde sözleşmenin uyarlanmasına dair özel bir hükme yer verilmiş, sözleşmelerin uyarlanması kavramı dürüstlük kuralı ve genel ilkelerden hareketle çözülmesinden ziyade detaylı düzenlemelere yer verilerek özel bir uygulama olarak hükme bağlanmıştır9. Buna göre, sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
 

İfa güçlüğüne istinaden sözleşmenin uyarlanması isteyebilmek, bu mümkün olmadığı takdirde ise sözleşmeden dönebilme için bazı şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar şu şekilde sıralanabilecektir;
 

  • Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır;
     
  • Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır;
     
  • Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır;
     
  • Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
     

Henüz COVID-19'un uygulamada yaratacağı etki bilinmemekle birlikte, sözleşmenin uyarlanmasının talep edilmesinin mümkün olduğunu, ancak sözleşmenin uyarlanması halinin hukukumuz açısından istisna olarak kabul edildiğini belirtmekte fayda bulunmaktadır. Bu nedenle, sözleşme bazında değerlendirme yapılarak, pandemi olarak nitelendirilen koronavirüsün taraflar bakımından ne şekilde etki doğurduğunun, sözleşmenin konusunu ne boyutta etkilediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim, sözleşmenin kurulmasından sonra değişen durumlarda sözleşme şartlarına göre borcun ifasının talep edilmesinin dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edeceği hallerde borçlunun sözleşmenin yeni şartlara göre uyarlanmasını veya sona ermesini isteyebileceği Yargıtay içtihatlarında da kabul edilmektedir10.

Burada önemle belirtmek isteriz ki, sözleşmenin uyarlanması talebi sözleşmenin karşı tarafından değil, hâkimden talep edilmekte olup bu talebi ileri sürebilmek için ifanın ya hiç gerçekleşmemiş olması yahut çekinceli olarak ifa edilmiş olması gerekmektedir.

  1. SONUÇ
     

Sonuç olarak her ne kadar koronavirüs, dünya çapında etki eden yeni bir virüs türü ve salgın hastalık olduğundan güncel hukuki etkileri içtihatlara ve pratiğe yansımamış ise de, gerek taraflar arasındaki sözleşmelerde yer alan hükümler gerekse TBK'da yer verilen düzenlemeler değerlendirilerek virüsün sözleşmelerin ifasını etkilediği, bir mücbir sebep olduğu ve bu nedenle somut olayın koşulları altında ve sözleşme türlerinin kendilerine ait özel hükümlerine halel gelmeksizin, sürekli veya geçici ifa imkansızlığı ya da ifa güçlüğü müesseselerinin değerlendirilmesinin mümkün olduğu söylenebilecektir.

Burada para borçlarının imkânsızlaştığının kabul edilmediğinin tekrar belirtilmesi önem arz etmektedir. Ayrıca COVID-19 nedeniyle sözleşmeler bakımından, kalıcı bir ifa imkânsızlığının yanı sıra geçici ifa imkânsızlığından bahsetmenin mümkün olduğu söylenebilecektir. Bu durumda ise, öncelikle borçlunun kendinden kaynaklanmayan bir sebeple borçlu temerrüdüne düştüğü kabul edilmekte ve aynen ifayı talep eden alacaklının gecikme tazminatı talep edemeyeceği düşülmektedir. Ayrıca karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler bakımından alacaklının, borçlunun kendisinden kaynaklanmayan geçici imkânsızlık nedeniyle seçimlik haklarından aynen ifa yerine müspet zararı talep edemeyeceği, ancak dilerse aynen ifa yerine dürüstlük kuralı çerçevesinde sözleşmeden dönebileceği kabul edilmektedir. Yargıtay tarafından sözleşmeden dürüstlük kuralı çerçevesinde dönülebilmesi için Hukuk Genel Kurulu kararı uyarınca akde tahammül süresinin beklenmesi ve bu sürenin her somut duruma göre belirlenmesi gerekmektedir.

Son olarak, somut olaylar bazında koronavirüsün mücbir sebep yarattığı gerekçesi ile sözleşmelerin askıya alındığı yönünde ihtarnamelerin keşide edildiği görülmektedir. Eğer sözleşmelerde mücbir sebep hallerinde sözleşmelerin tek taraflı olarak askıya alınabileceği açıkça düzenlenmişse bu durumda bu tarz ihtarnameler ile sözleşmelerin askıya alacağını söylemek mümkündür. Ancak sözleşme kapsamında tek taraflı askıya alma hali düzenlenmemiş ise; yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar kapsamında sözleşmelerin/edimlerin karşılıklı askıya alınmasının ihtarname keşide etmek suretiyle sağlanmasının mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bu yönde çekilen ihtarnameler ancak edimlerin karşılıklı olarak askıya alınması için bir teklif olarak değerlendirilmeli ve eğer bu teklif kabul edilmek istenmiyorsa kanaatimizce ihtarnameye itiraz edilmelidir. Nitekim sözleşmenin askıya alınması talebi ile kastedilenin hukuken yukarıdaki açıklamalarımız kapsamında geçici ifa imkânsızlığı durumuna karşılık geldiğini düşünmekteyiz. Bu durumda ise; yukarıda yapmış olduğumuz gecikme faizi işlemeksizin borçlu temerrüdü ve akde tahammül süresi geçtikten sonra sözleşmeden dönmeye ilişkin açıklamaların dikkate alınması gerektiği kanaatindeyiz.

Footnotes 

1 Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 582.

2 Prof. Dr. H. Tamer İnal, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre Borca Aykırılık Dönme ve Fesih, Ankara, 2015, s.347.

3 Bu kapsamda virüsün ilk tespit edildiği Kasım 2019'dan sonra imzalanan sözleşmeler bakımından imkansızlığın öngörülebilir olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

4 Yar.11.HD 11.09.2019, E.2018/3533 K.2019/5295

5 Şahin, s.116, Rona Serozan, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, (Kocayusufpaşaoğlu, Necip/Hatemi, Hüseyin/Serozan, Rona/Arpacı, Abdülkadir: Borçlar Hukuku Genel Bölüm Üçüncü Cilt), 7. Bası, İstanbul 2016  

6 Şahin, s.117, Mustafa Dural, Alman Hukukunda Sözleşmenin Amacının Engellenmesi ve Sözleşmesinin Amacına Erişilmesine İlişkin Görüşler, BATİDER, c. VII S.4,s s.907-936

7 Şahin, s.114 vd.

8 Hale Şahin, Mücbir sebep nedeniyle borcun ifa edilememesi, Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2019, s.67.

9 Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2012, s. 253.

10 Yargıtay 13. HD. 12.02.1981, 1981/147 E. 1981/932 K.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.