ÖZET

Hukuki güvenlik ilkesi ve adil yargılanma hakkı, hukukun üstünlüğü idealine ulaşılması çerçevesinde büyük önem taşımaktadır. Ancak benzer ve/veya aynı olgu ve durumlara dayanan uyuşmazlıklara ilişkin olarak gerçekleştirilen yargılamalar sonucunda ilk derece mahkemelerince yahut yüksek mahkemelerce çelişkili kararlar verilmesi T.C. Anayasası'nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi kapsamında düzenlenmiş olan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurabilmektedir. İstikrarlı bir şekilde çelişkili kararların verilmeye devam edilmesi halinde toplumun yargı sistemine ve adalete olan güveni sarsılacağından bahisle gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gerek ise T.C. Anayasa Mahkemesi belirli koşulların varlığı halinde içtihat farklılıklarına ilişkin başvuruları kabul etmekte ve incelemektedirler. Hukuk kurallarının yorumlanmasının mahkemelerin takdirinde olduğunun bilinciyle gerçekleştirilen bu incelemeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından açıkça belirlenen ilkeler doğrultusunda sonuca bağlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Adil Yargılanma Hakkı, Çelişkili Karar, T.C. Anayasa Mahkemesi, İçtihat Birliği.

GİRİŞ

Yargılama aşamasında hukuk kurallarının yorumlanması ulusal mahkemelerin takdir yetkisinde olmakla birlikte, benzer nitelikli uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar kapsamında birbiri ile çelişen kararlar verilmesi hukuki güvenlik ilkesine ve yargı organlarına yönelik güvenilirliğe zarar vermektedir. Nitekim benzer uyuşmazlıklar hakkında çelişkili kararlar verilmesi sonucunda T.C. Anayasası'nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ("AİHS") 6. maddesi kapsamında düzenlenmiş olan "adil yargılanma hakkı"nın ihlal edilmesi söz konusu olabilmektedir. Ancak ifade edilmelidir ki, birbiriyle uyumsuz olan her karar adil yargılanma hakkının ihlaline sebebiyet vermemektedir. Dolayısıyla hukuki güvenliğin sağlanması kapsamında mahkemelerin takdir yetkisine haddinden fazla olacak şekilde müdahale edilmemelidir. Nitekim çelişkili kararlar sonucu adil yargılanma hakkının ihlali durumunda gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ("AİHM") gerek ise Anayasa Mahkemesi ("AYM") tarafından başvuruların değerlendirilmesi bakımından esas alınacak ilkeler açıkça ortaya konulmuştur. Öyle ki AİHM, içtihat farklılıklarını sadece belirli şartların varlığı halinde kendi inceleme sahası kapsamında değerlendirmektedir.

Çalışmamızda adil yargılanma hakkını ele almakla birlikte, birbiriyle uyumsuz kararların adil yargılanma hakkı üzerindeki etkisi ile AİHM ve AYM'nin çelişkili kararlara karşı yaklaşımını ele alıyor olacağız.

I. ADİL YARGILANMA HAKKI

Yargının ortaya çıkışından bu yana varlığını devam ettiren ve hukukun üstünlüğü ilkesi (ideali) ile doğrudan bağlantılı olan adil yargılanma hakkı, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması kapsamında en önemli haklardan birini oluşturmaktadır. Nitekim bu denli önemli bir hak olan adil yargılanma hakkını düzenleyen AİHS'nin 6. maddesi uyarınca, adil yargılanma hakkının kapsamında olduğu kabul edilen ilkelerden bir kısmı sayılmıştır. Bu kapsamda düzenlenen adil yargılanma hakkının temel unsurları (i) kanuni, bağımsız ve tarafsız mahkemede dava açma hakkı, (ii) hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, (iii) makul süre içinde yargılanma hakkı ve (iv) kamuya açık yargılanma hakkı olacak şekilde karşımıza çıkmaktadır.

Bununla birlikte, AİHS'nin tüm hükümleri açısından geçerli olduğu gibi adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi de amaçsal bir yoruma tabi tutulmakta ve geçerli ekonomik ve sosyal şartlar çerçevesinde, ilgili zamanın koşulları da dikkate alınmak suretiyle yorumlanmaktadır. Nitekim mahkemeye erişim, mahkeme kararlarının icrasını sağlatma ve mahkeme kararlarının kesinliği gibi haklar işbu yorum tarzının neticesinde ortaya çıkmıştır.1

T.C. Anayasası bakımından ise adil yargılanma hakkı kavramsal olarak Anayasa metnine 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un 14. maddesi uyarınca Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesi ile dahil edilmiştir. Böylelikle adil yargılanma hakkı Anayasa ile korunan haklar kapsamında yerini almıştır.

Nihayetinde AYM ve AİHM nezdinde çelişkili kararlar sonucu adil yargılanma hakkının ihlaline yönelik bireysel başvurular oldukça fazla olmakla birlikte, başvurucular genel itibariyle kendilerinin taraf oldukları bir davada aleyhlerine verilen bir hükmün, mahkemelerin benzer bir yargılamadaki kararıyla çeliştiğini ve bu nedenle de adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.2 Gerek AYM gerek ise AİHM söz konusu başvuruları mahkemelerin takdir yetkisine müdahale etmeksizin, sadece adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğinin tespiti amacıyla değerlendirmektedir.

II. ÇELİŞKİLİ KARARLARIN HUKUKİ GÜVENLİK İLKESİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Kanımızca, çelişkili kararların adil yargılanma hakkı üzerindeki etkisinin incelenmesi safhasından önce, birbirinden farklı kararların hangi koşullarda hukuki güvenlik ilkesini zedelediği hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Bilindiği üzere hukuki güvenlik ilkesi, bir uyuşmazlığın mahkemelerce nihai biçimde karara bağlanmasının akabinde oluşturulan kesin hükme saygı gösterilmesini gerektirmektedir ve bu kapsamda yargı kararlarında istikrarın ve tutarlılığın sağlanması beklenmektedir.3 Nitekim çelişkili ve tutarsız yargı kararlarının süregelmesi sonucu hukuki belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Böylelikle toplumun mahkeme kurumuna ve adalete duyması gereken güven zarar görmektedir ki, bu durum belirli şartlar dahilinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinin bir göstergesidir.

Öte yandan, içtihat değişikliğine gidilmesi mahkemelerin takdir yetkisi alanındadır. Hal böyle iken, adil yargılanma hakkı ve hukuki güvenlik ilkesinin bireylere "içtihat değişmezliği" şeklinde bir hak sunmadığı aşikârdır.4 Öyle ki, AİHM Pinto/ Portekiz kararı uyarınca çelişkili kararlar verilme ihtimali, her biri ayrı bir yargı çevresinde yetkili ilk derece mahkemeleri ve üst mahkemelerden oluşan yargı sistemlerinin kaçınılmaz bir özelliği olarak değerlendirilmiş; farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olmasının tek başına, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği anlamına gelmeyeceği hüküm altına alınmıştır.5 Aynı şekilde AİHM, Nejdet-Perihan Şahin/Türkiye davası kapsamında aynı metnin değişik yargı kademelerinde farklı yorumlanmasının hâkimlerin karar alma özerkliğinin bir sonucu olduğu, ancak yine de mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmaların hayata geçirilmesinin önemli olduğu vurgusu yapılmıştır.6

Yargı kararları arasındaki tutarsızlığın adil yargılanma hakkının ihlaline neden olup olmadığının belirlenmesi sürecinde ilk olarak, ileri sürülen "çelişkinin" gerçekten mevcut olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Takdir edersiniz ki başvurular çerçevesinde bireylerce örnek olarak öne sürülen uyuşmazlıklar, farklı olgulara ve şartlara dayanıyor ise mahkemeler tarafından birbiriyle tamamen uyumlu kararlar verilmesi beklenemeyecektir. Fakat kararlar arasındaki çelişki dava konusu uyuşmazlıkların birbirinden farklı olmasına dayanmıyor ise, adil yargılanma hakkına aykırılık olup olmadığı AİHM tarafından (i) içtihat farklılığının derin ve süregelen bir nitelikte olup olmadığı ve (ii) ulusal hukukta kararlar arasındaki çelişkiyi çözecek bir mekanizmanın bulunup bulunmadığı; şayet böyle bir mekanizma var ise somut olayda uygulanıp uygulanmadığı; uygulanmış ise nasıl sonuç verdiği hususları dikkate alınmaktadır.

Bu aşamada en güncel örnek olarak AYM'nin Yasemin Bodur ("Başvurucu") başvurusu kapsamında verdiği ve 22 Şubat 2019 tarih ve 30694 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan kararının incelenmesinin isabetli olacağı görüşündeyiz.

Yasemin Bodur Bireysel Başvurusu

Somut olayda başvurucu, çalıştığı kurumun kamu kurumu niteliğini haiz olduğunu ileri sürerek ilave tediye alacağının tarafına ödenmesi amacıyla çalıştığı kuruma başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kurum tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından kurum aleyhine dava açılmış olup yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı kurum ise davanın kabulü hükmüne karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf Mahkemesi ("BAM"), bahse konu kurumda çalışanların da kamu işçisi sıfatına sahip olmadığına ve ilave tediye alacağına hak kazanamayacaklarına hükmetmiştir. Akabinde ise başvurucu 06.07.2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvurucu; aynı işyerinde benzer şartlarda çalışan on dört işçi tarafından ilave tediye alacağının ödenmesi talebiyle ayrı ayrı dava açıldığını ve ilk derece mahkemesince işçiler lehine karar verildiğini, davalı kurum tarafından yapılan istinaf başvuruları üzerine dava dosyalarının BAM 5., 6., 7., 8., ve 9. Hukuk Daireleri arasında tevzi edildiğini, diğer dairelere tevzi edilen dosyalar işçi lehine sonuçlanmışken istinaf incelemesini yapan 7. Hukuk Dairesi'nin davayı reddettiğini bildirmiştir. Bununla birlikte başvurucu, benzer uyuşmazlıkların farklı şekilde sonuçlanmasının daha önceden bu uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapan Yargıtay Daireleri arasındaki görüş ayrılığından kaynaklandığını ileri sürmüştür.

Her ne kadar yargısal kararlardaki değişiklikler, mahkemelerin yaklaşımlarını güncel gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle Anayasa Mahkemesi tarafından olumlu bir olgu olarak değerlendirilmiş ise de; uygulamadaki istikrarı sağlaması beklenen yüksek mahkemeler bünyesinde yer alan dairelerce benzer davalarda tatmin edici gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşılmasının, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkesine ters düşeceği ve bunun sonucunda bireylerin mahkeme kararlarına duymaları beklenen güvenin zarar göreceği kararlaştırılmıştır. AİHM'nin benzer nitelikli Beian/Romanya kararı ile de hüküm altına alındığı üzere, çelişkili kararların önlenmesi ve adil yargılanma hakkının korunması bakımından yüksek mahkemelere özellikli bir görev yüklenmiş olup, bizzat yüksek mahkemelerin çelişkili kararlara sebebiyet vermesi hukuki güvenlik ilkesini zedelemekte ve adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmektedir.

Yasemin Bodur başvurusunun Anayasa Mahkemesi tarafından genel ilkeler ve somut olay çerçevesinde değerlendirilmesi neticesinde;

  1. Aynı işyerinde çalışan işçiler tarafından aynı nedene dayalı olarak açılan davaların bir kısmının işçiler lehine, diğer bir kısmının ise işçiler aleyhine sonuçlandığı,
  2. Bu tür uyuşmazlıkların temyiz mercii olan Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nin benzer vakıflarda çalışan personel tarafından açılan davaların kabul edildiği ancak Yargıtay 22. Hukuk Dairesi'nin, anılan vakıfların özel hukuk tüzel kişisi sıfatını haiz olduğunu ve dolayısıyla kamu personeli sıfatı taşımayan çalışanlarının ilave tediyeden yararlanamayacağını istikrarlı olarak hüküm altına aldığı,
  3. Başvurucunun hizmet akdi ile çalıştığı vakfın niteliğini de ele alan 17. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nun 09.06.2017 tarihli ve E. 2016/3, K. 2017/E sayılı içtihadı birleştirme kararına rağmen Yargıtay Dairelerinin, söz konusu kararın çalışanların statüsüne ilişkin bir tespit içermediği görüşünden hareketle önceki görüşleri doğrultusunda karar vermeye devam ettikleri,
  4. Somut olaya konu sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı çalışanlarının ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmayacağı hususunda yedi yıldan beri süren içtihat farklılığının davaların somut özelliğinden kaynaklanmadığı,
  5. Hukuki belirsizliğe yol açan bu durumun ortadan kaldırılmasını sağlayacak içtihadı birleştirme kararı gibi elverişli bir mekanizma bulunmasına rağmen bunun işletilmemesi neticesinde uyuşmazlığın çözümünde yer alan daire ve kurula göre farklı ve çelişkili kararlar ortaya çıktığı ve dolayısıyla yargılamanın hakkaniyetinin zedelendiği,
  6. Nihayetinde Yargıtay daireleri arasındaki süregelen içtihat farkının faaliyete giren istinaf mahkemesi niteliğindeki BAM daireleri arasında da mevcut bulunduğu hususları tespit edilerek Anayasa'nın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini hükme bağlamıştır.

Bütün bunlara ek olarak, her ne kadar başvurucu tarafından ihlalin tespiti ile tazminata karar verilmesinin yanında yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunulmuş ise de; Anayasa Mahkemesi'nce yapılan ihlal tespitinin derece mahkemesi kararının sonucuna yönelik olmaması hasebiyle ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığına karar verilmiştir. Nitekim anılan kararda da ifade edildiği üzere, aksi durum, bu yorumlardan birine üstünlük tanınarak taraflardan biri lehine tercihte bulunulması anlamına gelebilecektir.

Ayrıca, Anayasa Mahkemesi'nin bahse konu kararı uyarınca Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'na bildirimde bulunulması ve aynı yargı kolundaki mahkemeler arasında mevcut bulunan içtihat farklılıklarının içtihadı birleştirme yoluyla ortadan kaldırılarak yeni ihlallere neden olacak uygulamaların önüne geçilmesi hususları hüküm altına alınmıştır. AYM kararından da anlaşılacağı üzere, yüksek mahkeme niteliğinde olan Yargıtay'a içtihat farklılığının önlenmesi bakımından önemli bir görev addedilmiş ve kararlar arasındaki çelişkiyi giderecek bir mekanizma olan içtihadı birleştirme yoluna başvurulması adına bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir.

Gerek AİHM kararları gerek ise Yasemin Bodur başvurusu kapsamında AYM'nin vermiş olduğu karar çerçevesinde altı çizilmesi gereken bir diğer önemli husus ise, bahse konu mahkemelerin, derece mahkemeleri yahut üst mahkemelerce verilen kararlara doğrudan müdahale ederek dördüncü derece mahkemesi sıfatıyla inceleme yapmaktan kaçınmış olmasıdır. Gerçekten de Çelebi ve Diğerleri/Türkiye kararı kapsamında AİHM'inde hüküm altına almış olduğu üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yerel mahkemeleri ikame etmekle görevli değildir ve ilke olarak bağımsız olmaları gereken mahkemeler tarafından verilen farklı kararlar arasında karşılaştırma yapılması söz konusu olmamaktadır.

SONUÇ

Sonuç olarak, her ne kadar AİHM ve AYM tarafından mahkemelerin takdir yetkisine "bağımsız yargı" ilkesi aşılırcasına müdahale edilmek istenmese de, aynı veya benzer olgulara ve durumlara dayanan uyuşmazlıklar kapsamında ilk derece mahkemeleri veya bilakis yüksek mahkemeler tarafından verilen çelişkili kararlar hukuki güvenlik ilkesini zedeleyici ve adil yargılanma hakkını ihlal edici nitelikte kabul edilmektedir.

Nitekim Yasemin Bodur kararında da hüküm altına alındığı üzere, bireylerin T.C. Anayasası ve AİHS kapsamında güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edilmesinin önlenmesi adına, aynı yargı kolundaki farklı dairlerce benzer uyuşmazlıklara yönelik olarak verilen çelişkili kararların derhal terk edilmesi ve bu kapsamda içtihadı birleştirme mekanizmasının devreye sokulması gerekmektedir. Zira çelişkili kararların verilmeye devam edilmesi halinde toplumun yargı sistemine ve adalete olan güveni sarsılacak, hukuki güvenliğin sağlanması giderek zorlaşacaktır.

Footnotes

1. "Çelişkili Yargı Kararlarının Adil Yargılanma Hakkı Bağlamında Değerlendirilmesi", Okan Taşdelen, 2016, 7, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, s. 991

2. a.g.m., Taşdelen, s.997

3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 20.10.2011 Tarih ve 13279/05 Başvuru Numaralı Kararı

4. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'nin 21.01.2015 Tarih ve 2013/135 Başvuru Numaralı Kararı

5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 20.05.2008 Tarih ve 39005/04 Başvuru Numaralı Kararı

6. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 20.10.2011 Tarih ve 13279/05 Başvuru Numaralı Kararı

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.