(Bu makale 27 Mart 2023 tarihinde Av. Dr. Umut Kolcuoğlu'nun Nasıl Bir Ekonomi  Gazetesi'ndeki Hukuk Notları başlıklı köşesinde yayımlanmıştır.)

Girişim (startup) kuruluş ve yatırım alma süreçlerinden önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Bu  yazımızda ise yatırım süreçlerindeki en önemli adımlardan biri olan pay sahipleri sözleşmesi  (İngilizce tabiriyle, shareholders' agreement ya da kısaca SHA) düzenlemelerini ele alacağız. Pay  sahipleri sözleşmesi kurucu ve yatırımcılar arasında temelde pay sahipliği hakları, şirket yönetimine  ilişkin hususlar, pay devir sınırlamaları ve şirketten çıkış hükümlerini düzenlemek için imzalanıyor.  Bu belge, pay sahipleri için adeta bir anayasa işlevi görüyor ve şirkete dair tüm önemli adımların  bu belge çerçevesinde atılması gerekiyor.

Kurucuların, ilk yatırım turundan itibaren şirketi ve kendi çıkarlarını koruyan, yatırımcıların hak ve  yükümlülüklerini belirleyen bir pay sahipleri sözleşmesi oluşturmasında ve yeni gelen yatırımcıları  da bu sözleşmeye taraf olmaya teşvik etmesinde fayda var. Gelecekte yaşanabilecek değişiklikler  de dikkate alınarak hazırlanmış bir pay sahipleri sözleşmesi, her yatırım turunda müzakere  sürecinin en baştan tekrar yürütülmesinin önüne geçilmesini ve hem zaman hem de maliyetten  tasarruf edilmesini sağlıyor.

Pay sahipleri sözleşmesini şirketin esas sözleşmesi ile karıştırmamak gerekiyor; esas sözleşmede  mevzuattan ve sicil uygulamasından doğan sınırlamalar bulunuyor. Pay sahipleri sözleşmesi ise  her ne kadar esas sözleşme ile aynı icra gücüne sahip olmasa da taraflarına, yani pay sahiplerine,  daha geniş hareket alanı sağlıyor. Bu sözleşmeler genellikle gizli tutuluyor ve şirketin esas  sözleşmesinde olduğu gibi kamuya açık kaynaklarda yer almıyor.

Pay sahipleri sözleşmesi düzenlenirken, yatırımcılar yatırımlarının stratejik ya da finansal nitelikte  olmasına, şirkette ne kadar süre ile kalmak istediklerine ve şirketten çıkış aşamasında neler  beklediklerine göre farklı taleplerde bulunuyorlar. Genellikle, finansal yatırımcılar tasfiye payında  ve dağıtılacak kârda öncelik gibi mali haklara önem verirken; stratejik yatırımcılar yönetim  kurulunda söz sahibi olma ve bazı kararlarda veto hakkı gibi yönetimsel haklara öncelik veriyorlar.

Her iki tip yatırımcı da şirketin büyümesini devam ettirecek olan kurucuların şirketten ayrılmasını  önlemek için kurucu paylarının üçüncü kişilere devrinin kısıtlanmasını talep edebiliyor. Tabii  kurucuların bu müzakereleri yürütürken, her zaman ileride yapılacak yatırım turlarını da göz  önünde bulundurmaları ve bir grup yatırımcıya şirketin yeni yatırım almasını engelleyecek ya da  zorlaştıracak nitelikte haklar tanımamaları gerekiyor.

Kurucuların dikkat etmesi gereken diğer bir önemli konu da yönetim haklarının korunması. Yönetim  hakları, önemli konularda kurucuların onayı da gerekecek şekilde karar nisapları belirlenmesi,  kurucuların sahip olacağı pay grubuna yönetim kuruluna aday gösterme hakkı tanınması gibi çeşitli  yöntemlerle sağlanabiliyor. Bu açıdan Facebook örneğine bakarsak, ilk yatırımdan itibaren  yönetimin atanmasında söz sahibi olan payları elinde tutan Mark Zuckerberg bugün hala şirketin  yönetimindeyken, Steve Jobs geçmişte kendi kurduğu şirketten ayrılmak zorunda kaldı. Bundan  da öte, yönetim yapısının şirketin günlük işleyişini de şekillendireceğinin unutulmaması gerekiyor.  Dolayısıyla iş planına ve yönetim yeteneğine güvenen bir kurucunun, yönetimi elinde tutmayı  müzakere etmesi önemli.

Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi, bir finansal yatırımcının nihai hedefi yatırımı  değerlendiğinde ortaklıktan çıkıp başka girişimlerle bu süreci yeniden başlatmak oluyor. Bu  nedenle, payların devrine ilişkin kısıtlamalar, önalım hakkı, satışa katılma ve satışa zorlama gibi  mekanizmaların pay sahipleri sözleşmesinde detaylıca kurgulanması önem kazanıyor. Temel bir  kısıtlama olarak, payların devrinin onaya tabi kılınması ya da belli bir süre için tamamen  sınırlanmasına sıkça rastlanıyor. Ön alım hakkı ise bir ortağın paylarını üçüncü kişiye satmadan  önce diğer ortaklara bu payları teklif etmesini gerektiriyor; bu sayede diğer ortaklar öncelikli olarak  satışa konu payları satın alabiliyor. Genellikle azlık pay sahipleri tarafından talep edilen satışa  katılma hakkı ise bir ortak kendi paylarını üçüncü bir kişiye satarken azlık pay sahibinin de kendi  paylarını satmasına olanak veriyor, yani mevcut satışa katılma hakkı sağlıyor. Son olarak, satışa  zorlama hakkı daha ziyade şirketteki payların çoğunluğunu elinde bulunduran ortaklar tarafından  tercih ediliyor. Bu hakkı kullanan ortak, paylarını üçüncü kişiye satarken diğer ortakları da  kendisiyle birlikte satışa katılmaya zorlayabiliyor. Elbette, bu hakların daha kolay ve hızlı  uygulanmasını sağlamak için çeşitli teminat yapılarının da sözleşmeye eklenmesinin  değerlendirilmesi gerekiyor.

Bunlarla birlikte, yatırımcıların, kurucuların girişim ile rekabet etmemelerini ve buna aykırılık  halinde cezai şart talep etmeleri ile de sıkça karşılaşılıyor. Rekabet yasakları ortaklıktan çıktıktan  sonra da belirli bir süre için devam ediyor. Yapılacak yatırımın miktarı ve girişimin kuruculara bağlı  yapısı düşünüldüğünde bu talepler makul görülüyor.

Süreç içerisinde fikri haklar, yönetici ve çalışanların haklarının korunması da dahil olmak üzere  girişimlerin ve kurucuların korunması için imzalanması faydalı olabilecek birçok farklı sözleşme de  mevcut; bunların detaylarına sonraki yazılarımızda yer vereceğiz.

Sonuç olarak, her ne kadar girişim ekosisteminde en önemli husus yatırım miktarı gibi görünse de  şirketin geleceği göz önünde bulundurularak yatırım süreçlerinde ortakların şirkete katacağı  değerlere ve hangi haklara sahip olacağına da dikkat edilmeli. Yatırımın yalnızca bir finansman  desteği değil aynı zamanda bir ortaklık başlangıcı olduğunu unutmamak gerekiyor.

© Kolcuoğlu Demirkan Koçaklı Attorneys at Law 2020

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.